Bir First True Nazlı Kayabıyıkoğlu Okuması



Nazlı Karabıyıkoğlu ile tanışmam maalesef çok kötü oldu. İngilizce yazdığı ve yayımlanmak üzere olan eserini "Türkiye'nin first true lgbti+ romanı" ilan etmesine twitter üzerinden tepki gösterdim. Yalnız da değildim, hatta bu tepkiler sayesinde Türk Edebiyatı'ndan bilmediğim çok sayıda eser öğrendim. Ama her şeyin sonunda Nazlı Hanım biz ölümlüleri engelledi ve tartışma başlamadan bitti.

Bu yazıda bir yazarın kendi eseri üzerinde söz söyleme hakkı olup olmadığına, yazarların son zamanlarda eserlerinin eleştirmenliğini de yapmaya başlamasının sorunlarına, Batı'da hayli revaçta olan bizde de ufak ufak baş gösteren hareketlere kendi kariyer planlaması doğrultusunda girenlerin bu mücadelelere verdikleri zararlara, kendini Batıya "Doğulu sürgün yazar" imajıyla pazarlayabilmek için her şeyi yapanlara, ülkenin siyasi, kültürel ve cinsel baskılarından kaçıp Gürcistan'a gitmenin saçmalığına hiç ama hiç değinmeyeceğim.

Benim saçma bir huyum var. Bir kişiyi eleştireceksem onun işlerine de hakim olmak, tam hakim olamasam bile en azından tanış olmak istiyorum. Bu öyle saçma sapan bir huy ki insana Elif Şafak bile okutuyor. Ama huy işte, çıkmıyor. Bu yüzden malum olaydan sonra gidip Karabıyıkoğlu'nun Gök Derinin Altında adlı öykü kitabını alıp okudum. Hiç gocunmadan söylüyorum ki Nazlı Karabıyıkoğlu iyi bir yazar. Kitaptan rastgele bir öyküyü okusanız bile bunu anlarsınız. Zaten kendisi Boğaziçi Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı bölümünde yüksek lisans yapıyormuş. Çok olgun bir dili, tek bir sözcüğün bile fazla gelmediği ustalıklı bir anlatımı var. Ama asıl takdir ettiğim konu başka.


Türk Edebiyatı'nın İslam öncesi devriyle barışık olmadığını düşünüyorum. Gök tanrı inancının, Şamanizm'in, tüm o eski pagan geleneklerin edebiyatımızda maalesef esamesi okunmuyor. Üstelik bunu sadece inançları yüzünden İslam öncesini yok sayanlar yapmıyor. İslam öncesi kültürü ve mitolojisi birkaç ideolojik metin dışında Türk Edebiyatı'nda hiç olmayan bir şey. Nazlı Karabıyıkoğlu işte tam da bu büyük boşluğu dolduruyor. Dolduruyor dememeliyim aslında çünkü boşluk o kadar büyük ki Karabıyıkoğlu dünyanın gelmiş geçmiş en büyük yazarı da olsa, ömrünü bu işe de adasa o boşluk dolmayacak. Türkiye'nin sevabıyla günahıyla bir tarihi ve mitolojisi var ancak Türk Edebiyatı henüz bunun farkında değil.

Nazlı Karabıyıkoğlu'nun öyküleri sizi İslam öncesi çağların Orta Asya bozkırlarına götürmüyor. Bu kültür ve mitolojiyi günümüze taşıyor ve bunları kadın olmak, annelik, doğurganlık, cinsel kimlik gibi tam da bugünün sorunlarıyla harmanlayarak eşsiz bir öykü dünyası yaratıyor. Günümüzde geçen ve bugünün sorunlarına dair söz sözleyen öykülerinde Şamanlar, kamlar, kopuzlar, Umay Analar, İmay İceler, Tengriler kol geziyor.

Kitapları birbiriyle karşılaştırmalı ama yarıştırmamalı okumaları çok seviyorum. Gök Derinin Altında'yı okurken kafam sık sık Engin Türkgeldi'nin Orada Bir Yerde'sine gitti. Bence Orada Bir Yerde öykü türünde son yıllarda yayımlanan en iyi ilk kitap. Bu iki kitabı da tarz olarak birbirine yakın buldum. Aslında yakın değiller, Türkgeldi'nin öyküleri bize herhangi bir kültürle direkt bağı olmayan fantastik bir evren sunuyor. Karabıyıkoğlu'nun öyküleri ise Orta Asya kültürünü ve mitolojisini saklamadan kullanıyor. Ancak dediğim gibi, edebiyatımızın bu damarı o kadar boş ki bu bahsettiğim iki öykü kitabı da bu damarda değerlendirilebiliyor.


Kitaba dair hiç mi eleştirim yok. Keşke ama maalesef var. Nazlı Karabıyıkoğlu öykülerinde çok fazla devrik cümle kullanıyor. Bunu bir doğru-yanlış ekseninde söylemiyorum, bu sadece benim sevemediğim bir durum. Kimileri devrik cümle kullanımını şiirsel bir dil yaratmaya bağlıyor ama buna katılmıyorum. Bence şiir dışındaki her metinde sıklıkla devrik cümle kullanmak anlatıma gereksiz, vıcık vıcık duygusallık katıyor. Ne demek istediğimin daha iyi anlaşılabilmesi için kitaptaki Adaçayının Renkleri öyküsünün ilk iki paragrafını aşağıda veriyorum.

Her şey ama her şey bir kedi tüyü, havada. Sesler salyangoz kabuğu şeklindeki sokağın en dar halkasında birikmiş. Güruhun dışında durmuşuz, en dışından halkanın. Ellerinde izler var, boynunda başında dikişler. Yanağında değirmi çukurlar. Omuzlarını geniş gösteren pardösünü giymişsin, on sene evvel eski karınla beraber seçtiğin. Duruşun, bakışların eski. Bu belki iyi. Sana yeniden alışmam için. Çabucak. Anıları kolayca çağırmak.

İkimiz de üç kişinin yüküyle ezilmiştik. Birbirimizi taşmak, kadını ve kocayı taşımak. Kalp dolu, kollar dolu. İki ayrı evde kurduğumuz dekoru arkamıza alıp ezberlediğimiz tiratlarla, sur içinde bir mahallede tuttuğumuz ucuz dairenin rüzgâr giren pervazlarına rağmen susabilme özgürlüğünün çakıştığı günler. Isınmıyor yerler, çıplak ayak basma. Çok çok bu.


Zaten kitabın en olmamış öyküsü Adaçayının Renkleri bana göre. Belki kişisel zevktir bilemiyorum. Yalnız kitapta Afriki isimli bir öykü var ki of of. Son zamanlarda okuduğum en iyi öyküydü. Bir de Noli Me Tangere adlı öyküye hakkını vermeliyim. Öykünün başkişisi tacizci şair üzerinden yapılan göndermelere bayıldım.

Dergide yayımlayacağı şiir için bir öpücük ya da bir dokunuş. Parlatıp adını duyuracağı bir şair için geceler boyu. Adildi. Gözünün güzel ırmağında yıkanmaya erişemeyenlerin yavan dizeleri, içi boş imgeleri yatağına giremezdi.
 

Toparlamak gerekirse, Nazlı Karabıyıkoğlu'yla kötü başlayan maceram Gök Derinin Altında'daki öyküler sayesinde güzel sonlandı. Umuyorum bu damardan beslenmeyi sürdürür. Mitolojiyle günümüz sorunlarını başarıyla birleştirmesi Karabıyıkoğlu'nu özgün yazarlardan biri yapıyor. Kendisinden tek bir şey rica ediyorum, lütfen eserleri hakkında söz söyleme hakkını kendinden alıp okurlara versin. Çünkü eserleri hakkındaki sözleri de kendi söylediği zaman okurun bir anlamı kalmıyor, bu durumda da Nazlı Karabıyıkoğlu'nun yazdıklarını yayımlatması gereksiz oluyor.

Yorumlar